20 Haziran 2011 Pazartesi

Hayat Güzeldir (Kitap)

Mustafa Kutlu'nun Dergah Yayınları'ndan çıkan "Hayat Güzeldir" kitabını okumanızı öneririm. Masalcı dedeleri seviyorsanız bu kitap sizi farklı iklimlere taşıyabilir. Tanıtımından bir bölüm okuyalım:  

"Onlar çekişedursun, parkın uyanık güvercinleri hiç çekinmeden önlerine kadar gelmiş, dökülen susamlara dalmışlardı. Çocuklar fazlalık olan parçayı güvercinlere doğradı. Önlerinde bir güvercin bahçesi oluştu.

Biri çekinerek ayaklarına dolanan kuşlardan birini okşadı. Hayret, kaçmıyor. Bir daha okşadı, bir daha, çok hoşuna gitti bu. Hayatında ilk kez bir güvercin okşuyordu. Onu gören öteki de güvercinleri okşamaya başladı. Arada bir göz göze geliyor birbirlerine gülümsüyorlar. Yüzsüz güvercinleri aç sanmışlardı. Kalan simitleri de doğradılar. Kuşlar yedikçe sanki onlar doyuyordu. Güvercinlerin parlak tüylerinden geçen sevgi ve merhamet en saf hali ile çocuk kalplerini doldurmuştu.

Sonunda simitler bitti.
Ortada tek bir susam tanesi kalmadı.
Güvercinler birden havalanarak ve çocukların yüreklerini ağza getirerek uçtular.
İleride simit yiyen bir genç çiftin önüne kondular.
Simitçiler birbirlerine baktı.
Sonra güvercinlere baktı.
İkisi de sevincini bulmuştu.
Artık ne açlık, ne tasa. Artık gidebilirler, yeniden satışa çıkabilirler.
Her birinin etrafında yüzlerce melek dolaşıyor.
Elbette bütün simitleri satacak, cepleri para dolu olarak analarına koşacak, bu güvercin hikayesini anlatacaklar."


Bu arada kitap, 10 liracık. 
Ufkunuz geniş, gönlünüz ferah olsun. ;)

19 Haziran 2011 Pazar

Kuantum Telepati


Uzun zamandan beri kuantum fiziği üzerine bu kadar akıcı bir yazı okumamıştım. İsmail YİĞİT imzalı aşağıdaki yazıyı www.onarimcilar.net kaynağından alıyorum. Sitede benzeri bir çok makaleye ulaşmak mümkün. Yazının herkese farklı bir tefekkür kapısı aralayacağını düşünüyorum:

Kuantum, 20. yy.ın başında atom altı seviyelerde tabiatın işleyişinde bir takım ‘garipliklerin’ keşfi sonucu doğan yeni fizik dalının sıfatı olarak bilinir: ‘kuantum fiziği’ şeklinde. Kelime kökeni itibariyle kuantum, ‘kuanta’ kelimesinin çoğulu: kuantum=kuantalar. Kuanta, bu fiziğin kurucu babalarından Max Planck’ın ışığın dalga halinde kesintisiz-sürekli olarak değil de kesintili-süreksiz, yani kuantum-kuantalar halinde yayıldığını ifade etmek için önerdiği, Latince’de ‘kesikli dilim’ anlamına gelen bir kelime. ‘Atom altı seviyelerde – metrenin milyarda biri mertebeleri – tabiatın işleyişinde bir takım gariplikler’ derken kasıt, o seviyedeki âlemin üyelerinin (elektronlar, nötronlar ve protonlar bu üyelerin en meşhurlarındandır) bizim nazarımızdan bakıldığında hem dalga hem de parçacık, hem enerji hem de madde olmaları ve aynı anda bir derece her yerde bulunabilmeleri; o âlemde olayların ne zaman ve nerede gerçekleşeceğine dair ancak ve ancak ihtimaller-kısmetler dilinden konuşabileceğimiz. (1)

Telepati, -popüler anlamıyla- birbirlerinden uzakta farklı yerlerde bulunan kişilerin ek hiçbir teçhizat olmaksızın (beyinlerinden başka!) aralarında gerçekleştirdikleri düşünce aktarımı olarak bilinir. (Gerçekliği ve doğruluğu mevcut ortodoks egemen bilim anlayışınca reddedilmekle beraber, böyle bir fenomenin gerçek olması ve kontrol edilebilmesi durumunda sağlayabileceği potansiyellerin büyüklüğü, geçmişte Sovyetler Birliği gibi resmi ideolojisi materyalizm-ateizm doğrultusunda şekillenmiş bir ülkenin dahi bu konuya eğilmesine sebep olmuştur. ) Kelime kökeni itibariyle ise, Yunanca tele-patheia: uzaktan-etkileşim anlamına gelmektedir. Yani, arada bilindik anlamda herhangi bir iletim teçhizatı olmaksızın enformasyonun-bilginin kâinatın bir noktasından diğer bir noktasına anlık olarak taşınması.

Kuantum telepati ise, kuantum fiziğinin önümüze serdiği garip olgulardan bir tanesini tanımlamakta kullanılan bir terim. Bu olgu, atom altı seviyedeki âlemin üyelerinin fiziksel ölçülebilir niceliklerinin bilgisini (enerji, momentum vb.) birbirleri arasında adeta telepati yapar şekilde davrandıklarıdır.

Olgunun ilk gündeme gelişi, kuantum fiziğinin doğmasında büyük katkıları olan fakat daha sonraları bu yeni fiziğin ihtimallere ve belirsizliklere dayalı kâinat tasavvurundan hoşlanmayarak muhalif bir pozisyon alan Einstein’ın, kuantum fiziğinin öngörülerini çürütmek amacıyla doktora talebeleri Podolsky ve Rosen ile 1935 yılında ortaya attığı EPR (Einstein-Podolsky-Rosen) düşünce deneyi (2) ile olmuştur.  EPR paradoksu olarak da adlandırılan bu düşünce deneyinde Einstein özetle şöyle bir sistem (*) öneriyordu.

“Ortak bir kaynaktan yayımlanan elektron çiftleri düşünelim. Bu elektron çiftlerinden bir tanesi gözlemci Ali’nin bulunduğu A noktasına, diğeri ise gözlemci Burcu’nun bulunduğu B noktasına doğru yol alıyor olsun. Ortak bir kaynaktan beraber yayımlandıkları için, fiziksel korunum yasaları gereği elektron çiftinin yayımı öncesinde sıfır olan spin-dönme büyüklüğü (yani soldan sağa veya sağdan sola net bir dönme etkisinin olmaması), elektron çiftlerinin yayımı sonrasında da sıfır olarak kalmalıdır. (Yani elektronlardan bir tanesi soldan sağa dönüyorsa, diğeri de bunu dengelemek için sağdan sola aynı spin büyüklüğüyle dönüyor olmalıdır.) Kuantum fiziğinin en garip, ama ispatlanmış bulgularından bir tanesi de bir kuantum sisteminin gözleme tabi tutulmadığı durumda matematiksel olarak alabileceği tüm hallerin aynı anda fiziksel olarak gerçek olması, fakat gözleme tabi tutulduğunda ise matematiksel olasılıklarından ancak bir tanesinin fiziksel gerçekliğe dönüşmesidir. Bu bulgu doğrultusunda, bir kuantum sistemi olan bu elektron çiftinin matematiksel olarak alabileceği iki hal vardır:

1: A elektronunun spini soldan sağa ve B elektronunun spini sağdan sola

2: A elektronunun spini sağdan sola ve B elektronunun spini soldan sağa

Ali veya Burcu gözlem yapmadıkça, kuantum fiziğine göre kurabileceğimiz tek cümle %50 ihtimalle 1. halin ve %50 ihtimalle de 2. halin geçerli olduğudur. Yani, A elektronu açısından bakacak olursak; %50 ihtimalle A elektronunun spini soldan sağadır ve %50 ihtimalle de sağdan soladır. A elektronunun spini gözlemlenmedikçe her iki ihtimal de eşit derecede geçerli ve gerçektir. Bu durumun aynısı elbette B elektronu için de geçerlidir.

Elektronlardan bir tanesini gözlemlemiş olalım, mesela Ali kendi tarafındaki elektronun spininin soldan sağa olduğunu görsün. Eğer kuantum fiziğinin öngörüleri doğru ise, aynı anda, A ile B arasındaki mesafe ne olursa olsun (isterlerse iki ayrı galakside bulunsunlar) Burcu da kendi tarafındaki elektronun A’yı dengeleyecek şekilde spini sağdan sola olacak şekilde davranmaya başladığını görecektir. Yani, A ile B arasında adeta anlık bir kuantum telepati gerçekleşmektedir. Böyle bir anlık, sonsuz hızda etkileşim ise, kâinatın hız limitinin ışık hızı olduğunu söyleyen görecelik teorisi ile çelişecektir. Dolayısıyla kuantum fiziğinin öngörüleri eksiktir, yanlıştır.”

Daha sonraki yıllarda yapılan gerçek deneyler, Einstein’ın doğru söylediğini göstermiştir. Çok önemli bir farkla ki, gerçekten de kuantum âleminde parçacıklar birbirleri arasında telepati yapar gibi davranmaktadırlar. Dolayısıyla, Einstein’ın kuantum fiziğini çürütmek amacıyla ortaya attığı deneyin bizatihi kendisi kuantum fiziğinin doğru çalıştığını kanıtlayan enstrümanlardan biri olmuştur.

EPR deneyinin yorumlarından bir tanesi, üstte özetlemeye çalıştığım gibidir. Yani, kuantum âleminin elektron, nötron, proton vb. varlıkları, eğer aynı kaynaktan oluşmuşsa, birbirleri arasında telepati yapar gibi davranmakta, birbirlerine dair fiziksel bilgileri kâinatın neresinde olurlarsa olsunlar anlık paylaşmaktadırlar. Biri Samanyolu’nda, diğeri Andromeda’da olsa dahi.

EPR’nin diğer bir yorumu ise, aynı kaynaktan oluşan kuantum varlıklarının farklı konumlarda olsalar dahi aslında başlangıçtan beri birbirlerinden hiç ayrılmadıkları, aralarında daima bir kuantum bağının mevcut olduğu şeklindedir. Üstteki örneğe dönecek olursak, A ile B elektronunu birbirinden ayrı gösteren farklı mekânlarda olma hali adeta bir illüzyondur, gerçekte A ile B hiç birbirinden ayrılmamıştır. Dolayısıyla A’ya etki eden bir şey anında B’ye de etki etmektedir çünkü A ile B birbirinden ayrı değerlendirilemeyecek derecede bütünleşiktir. 

EPR’nin hangi yorumunu benimsiyor olursak olalım, kuantum âleminin bu düsturundan kendi âlemimizin üyeleri olarak çıkaracağımız bazı dersler ve esinlenebileceğimiz bazı hikmetler olduğunu düşünüyorum. Mevcut bilim bilgimiz gereği, kâinatın başlangıcı Büyük Patlama anında şu an kâinatı oluşturan tüm parçalar; gezegenimizdeki biz dâhil tüm canlıların vücudundaki karbon atomlarından, Güneş’imizdeki hidrojen atomlarına dek her şey ama her şey aynı kaynaktan çıktığına göre esasında her birimizin atomlarının akrabaları tüm kâinata yayılmış durumda. Ben-sen-o birbiri içine geçmiş halde aynı büyük gerçekliğin farklı yansımalarıyız sadece. Bizi birbirimize birbirimizden farklı gösteren, kâinat çapında bir büyük hokus pokus. O hokus pokusun perdesi kalkınca, her şeyin Bir’in bir izdüşümü olduğu beliriyor. Sufilerin her şeyin Hayy’dan gelip Hu’ya gittiğini söyledikleri mertebe, Hallacı Mansurlar’ın ‘Enel Hak’ dedikleri mertebe hiç umulmadık bir anda kuantum laboratuarlarında çıkıyor 20. yy insanının karşısına...

Haydi, kolaysa gel de kötü söz söyle, küfret karşındakine. Malından çal, ırzına saldır, canına kıy karşındakinin; yapabiliyorsan. Ben-sen-o Bir’ken ancak kendine-tüm kâinata zulmetmiş olursun!

(1)   Kuantum fiziğine dair fizik alt yapısı gerektirmeyen okumalar için:  www.onarimcilar.net sayfasında Yazılar ==> Kuantum Felsefesi bölümüne başvurabilirsiniz.

(2)   Düşünce deneyi: İnsan aklından ve düş gücünden başka bir düzeneğe ihtiyaç duymayan hayali deneylere verilen genel isimdir. Fakat elbette bu tür deneylerin kurgulanmasında fizik yasaları temel alınmaktadır.

(*) Deneyin, David Bohm’un önerdiği daha basit bir versiyonunu anlaşılabilirliği artırmak amacıyla basitleştirilmiş bir dille sunuyorum.
Yazar : İsmail YİĞİT  Kaynak: www.onarimcilar.net